MİLLİ PİYANGO

“MİLLİ” PİYANGO

Her karışı şüheda kokan bu mümbit coğrafyanın inançsal refleksini sabote etmek ve bu coğrafyada yaşayanları ‘bir arada’ tutan değerleri, ruh köklerini ve dinamikleri yıpratmak için “milli” piyango veya benzeri necasetten daha iyi bir yol bulunamazdı.

Bu topraklarda asırlardır inanç yoluna döşenen tuzakların, aldatmaca ve kandırmacalarla kamufle edildiği nasıl görmezden gelinir, nasıl umursanmaz anlamış da değilim!

şünebiliyor musunuz?

Bizzat devlet eliyle oynatılan, oynanmasına izin verilen, başında “milli” ibaresi olan ve yılbaşı çekilişi çocukları çıkarın nerdeyse kişi başına bir tane biletin düştüğü bir kumar ve envai çeşit muadilleri; öte taraftan bunlardan, fuhuştan, içkisinden ve çeşit çeşit necasetten alınan vergiler!

Zihnimin duvarlarında yankılanan ilahi ikaz;

“Ey iman edenler, iman edin!”

Sonuç?

Bu vergilerle yapılan muhteşem camilerde “biten” huşu; inşa edilen güzelim okullarda “amaçsız” bir gençlik; dağ başındaki okuma yazma dahi bilmeyen çobanın gözyaşındaki “samimiyetten” dahi nasipsiz âlim; toplumun ruh köklerine boca edilen bu necis kurtçuklarla her gün gözümüze çarpan şiddet, cinayet ve nefret haberleri; ard arda yaşadığı travmalarla kapı komşusundan bile emin olamayan, sokakta gördüğü bebeye dahi gülümsemekten ürken, artık iyice kabuğuna çekilip tek gayesi yaşam ve zihin konforu olan yurdum insanı; bu işin vehametini bildiği ve gördüğü halde dile bile getir(e)meyen, sultan sofrasından yediği için doğru fetva veremeyen bezirganlar!

Sayın sayabildiğiniz kadar!

Haram para ile huzurun, yürek teri olmadan yutulan lokmanın, akıtılmasına sebep olan gözyaşının üzerine inşa edilecek refahın, alınan ahla ulaşılmaya çalışan mutluluğun, sebep olunan kötülükle iyiliğin kimseyi ihya ettiğine şahit oldunuz mu?

E peki devlet ne yapsın?

Tüm bu saydıklarım vergiden muaf mı tutulsun!

Ben onu bilmem, işim de olmaz işin o tarafı ile.

Ama idrar ile abdest alınamayacağını iyi bilirim!

Gayem, tabi ki insanların hayatını reçete etmek değil!

Ancak insana sınırsızca dileme özgürlüğünün verilmesi “dilediğini yapabilir” anlamına gelmez. Aksine “evet hürsün ama tercihlerinden de sorumlusun, sorumlu olacaksın” anlamına gelir.

Bu yüzden diyoruz ya, din bir “ısrar değil tekliftir” diye.

Hak ile batıl, iyi ile kötü, nefis ile vicdan arasındaki ikilemde aklını kullanan ve bu teklifi kabul eden insan; teklifin yazılı sözleşmesi olan ilahi kelam ile içindeki karanlığı aydınlatıp etrafına ışık saçacak; kabul etmeyen ise bu tercihinin bedelini ve sorumluluğunu kendisi ödeyecek.

Yani sen kendinden sorumlusun, o ise kendinden.

Bu yüzden de insanların giyimi, kuşamı, düşünceleri, yaşam biçimi, zevk ve renkleri seni, beni, onu, öbürünü, diğerini ilgilendirmez, ilgilendirmemeli de.

Bize düşen şey, ortada bir yanlış var ise bunu muhatabını ötekileştirerek, iterek, kovarak, nefret diliyle düşman ilan ederek, affetme ihtimali sonsuz olan Allah’ın tahsildarlığına soyunup onu ateş ehli ilan ederek değil; ona “Firavun’a bile yumuşak davran” diyen kalemin ve kaderin sahibinin emrince hâl diliyle doğru olanı sunmak ve bu sunuşun kabulünü yine onun tercihine bırakmak olmalıdır.
İster kabul edelim ister etmeyelim bizim hâl dilimizle muhatabımız kendine çeki düzen veremiyorsa kusur yine bizim hâlimizi sunuş biçimimiz ve samimiyetimizdeki eksikliğimizdedir.

Peki neden “milli” piyango ve benzeri necaset?  Ya da bir tık daha yukarı çıkıp bu necasete bulaşmaya sebep gösterilenfakirlik cidden dinsel terminolojide övülmüş müdür?

İki on yılı aşkın bir süredir geçmiş olduğu tedrisattan çok daha farklı bir alanda bir toplumu ayakta ve diri tutan ontolojinin “din” diye tabir edilen manevi dinamikler olduğunu bilen ve mürekkep yalayan biri olarak diyebilirim ki dinsel terminolojinin hiçbir yerinde “fakirliğin övülmesi” diye bir atıf yoktur.

Zira atıf “korku, can, fakirlik, mal, evlat” üzerine bir sınama üzerine bina edilmiş olup, bunu bir devinim, hareketlilik ve dönüşüm olarak okumak gereklidir.

Yani “Lehü’l mülk” (mülk Allah’ındır) ilahi beyanınca, can da dahil mülk dediğimiz emanetler bütünü kimsede “baki değildir” ve bu bir dinamizmle sürekli el değiştirir.

Bugün üzerindeki pantolonu yamalı insanın bir süre sonra “çok zengin”, bugün varsıl olarak yaşamını sürdüren birinin de bir süre sonra “yoksul” hale gelmesi bu dinamizmin gereğidir ve ilahi nizam bu devinimin kontrolörü olarak bununla insanları imtihan edeceğini ilan etmektedir.

Bu ilamatın işaret ettiği dinamizmde yoksul bir süreliğine tabi tutulduğu “sabır” imtihanı ile, zengin ise yine bir süreliğine bahşedilen emanetlerin “infakı” ile sınanacaktır.

Buradaki asli mesaj fakirliğin övülmesi değil aksine mülkün kimsenin tapulu malı olmadığı; mülkün asıl sahibinin, mülkü devinimsel olarak el değiştirmesini sağlamak suretiyle kendi uktesinde tutması ile ilgilidir.

Tüm bunları alt alta topladığınızda ise iki mesaj ortaya çıkmaktadır:

İlki varsıllık da yoksulluk da elbet ki ilahi kudretin uktesindedir ancak sebepler dünyasında yaşayanlar olarak “karşılığın çabaya bağlandığı” ilahi bir nizamda kullanılması gereken aklı kullanamadığınız takdirde başınıza pislik yağacağı ilahi ikaz ile (Yunus,100) beyan edilmiştir.

İkincisi elinizdeki bıçakla ekmeğe çikolata sürüp evladınıza uzattığınızda bir şefkat emaresi olan bıçak, onu elinize batırdığınızda kesici bir alet haline gelir. Yani sorun bahşedilen nimeti size verilen hür irade ile hangi saikle kullandığınız ile ilgili olup; fail siz, kasip yani yaratan ise Allah olur.

Bugünkü tablo da en net haliyle dindar zihnin “varlık” imtihanını kaybetmesiyle ilgilidir.

Farkındalık dileklerimle!