YASAK AĞAÇLARA DOKUNMAK
Dün yüce Allah’a şükürler olsun ki; Vedd, Sanem, Hubel, Menat, Uzza, Lat ve daha nice putları yıktık. Acaba bugün; kadın, mal-mülk, ırk, şöhret, benlik ve özellikle de para putlarının kaçını yıkabildik? Namazlarda yukarıdaki 6 tane put aklımıza bile gelmiyorken, aklımızdan hiç çıkmayan alttaki 6 tane putu nasıl kıracağız?
Hiç unutmadım ve unutacağımı da sanmıyorum o sahneyi. Muhabir enkazların üzerinde bitkin bir halde oturan orta yaşlı bir adama yaklaşmış ve sormuştu, “neyiniz var, iyi misiniz?” diye!
“Artık bişeyim yok!” demişti adam ve eliyle 4 enkazı işaret etmişti.
“Bu 4 bina da benimdi. Burda ben ve eşim, burda oğlum ve gelinim, burda kızım, burda da torunlarım oturuyordu. Allah mal dahil hepsini benden sadece kırkbeş saniyede aldı ve beni bir başıma bıraktı”.
“Siz hiç 45 saniyede herşeyinizi kaybettiniz mi? Ben kaybettim bak” demişti gözleri dolu dolu ve devam etmişti;
“Sen yıllarca aynı yastığa baş koyduğun eşinin paramparça olmuş cesedini gördün mü enkaz yığını arasında? Bahçene sırayla dizilen cenazelerin yaz sıcağındaki kokusunu almadan enkaz çalışmalarına katılanlara su dağıttın mı? Hastane morgunda duanın ipine sarıldın mı Allahım ne olur bana bağışla onları diye yalvar yakar. Var git evladım bişeyim yok artık çünkü veren aldı hepsini.”
Evet, 17 Ağustos 1999 tarihinde tam 20 yıl önce bugün bu saatlerde yüreğimizi yakan bir deprem 18.373 kişi aldı aramızdan; 23.781 kişiyi yaralı bıraktı ve 505 kişi de uzuvları kopmuş bir halde yaşamını sürdürüyor o gün bugündür. Üstelik sadece 45 saniyede.
Gelmekle attığımız ama gitmeyi hep ötelediğimiz; “ansızın”, hiç hesapta yokken gelen ve tüm zerrelerimizce bürünüp kendimize ait sandığımız gitmenin adı olan “ölüm” korkusu ve gerçeği hepimizin gündemine oturdu o gün bugündür hafızamıza kazınarak.
Çaresizlik, korku, panik sarmalı içinde biz debelenip dua kanallarını sonuna kadar açarken; Rahman bir kez daha “ben buradayım”, “ölüm var”, “bu dünya hayatında hancı değil sadece yolcusunuz”, “sizler çok böbürlendiniz ama gördünüz mü ne kadar da acizsiniz benim heybetim karşısında?” mesajlarını ardı ardına sıraladı.
İşim bilimsel yönü ilgi alanıma girmiyor. O konuda derinlemesine araştırmalar zaten günümüzde yeterince var.
Ama her deprem gerçeği bana Kur’an-ı Kerim’de 145 geçen defa geçen “hayat” ve yine 145 defa geçen “ölüm” kavramlarıyla birlikte kıssaları ve kavimlerin helak edilmelerinin sebeplerini anımsatıyor.
Hani bizim geçmişte yaşanmış bitmiş olarak gördüğümüz, “masal” olarak addettiğimiz ama her satırı ve her ayetiyle “diri” olan ve kıyamete kadar da bu diriliğini koruyacak olan olaylar silsilesini…
Her bir kavmin helakına sebep olan günahların sebep olduğu Gazabullah’ı irdeleğinizde ise karşınıza iki korkunç gerçek çıkıyor;
İlki “iyi” olanların da “kötü”lerle birlikte helak edildiği gerçeği ki burada “pasif” iyiler ısrarla uyarıldıkları halde “aktif” iyi haline gelip “kötü”leri engellemedikleri için cezalandırılıyorlar.
İkincisi ise o kavimlerin her birinin helakına sebep olan günah,haramve yasakların artık günümüzde “kanıksanır” hale gelmekle birlikte yazık ki artık bir şehirde, bir mahallede hatta bir evde işlenir hale gelmesi.
Ben Gazabullah’ın harekete geçmemesini sadece artık zamanın “ahir”i yani bitimi olarak okuyorum. Yoksa zaten yarattığı her şeyin “ölümlü” olduğu ve “ecel” şerbetini içeceğini defalarca hatırlatıyor ilahi kelam.
Bu, madalyonun aslında bizim ötelediğimiz, kaçtığımız, üstünü örttüğümüz yüzü aslında.
Madalyonun bir de öteki yüzü var.
Hayatın içinde akıp giden, hayatın atar damarlarında atan ikinci yüzü.
Yani bir böcek, kelebek, arı olarak değil de “insan” olarak gönderildiğimiz bu dünyada vermeye çalıştığımız ve artık yazık ki “kıldan ince kılıçtan keskin” o yol ayrımında “insan kalma” mücadelesi.
Haydi başımızı ellerimizin arasına alalım.
“Doğum,cinsiyet,aile ve ölüm” olarak nitelendirilen cebr-i kader dışında herşeyin ısrarla serbestiyle irademize bırakıldığı bu dünyada yaşımız kaç olursa olsun; yaşanmışlıklarımız ne olursa olsun tefekkür deryasında kulaç atalım;
Şu an, evet hemen şuracıkta, ben bu satırları yazarken ya da siz okurken; bize “emanet” edilen “can”ın asıl sahibi bizden emanetini alsa…
Ne kattık bu dünyaya?
Dünya ne kaybederdi yokluğumuzla?
Gidişimizle kaç iş aksardı ?
Kaç kişinin canı yanardı?
İnsanlar sizi, beni gidişimizden sonra “ne şekilde” anardı?
Eğer kalmamız ile gitmemiz arasında bir “fark göremiyorsak” nedir var olmamızdaki amaç?Yeme, içme, uyuma ve üreme mi?
Ya iyi de bunu hayvanlar da yapmıyor mu?
Karnımızı doyurma, günlük geçim telaşı mı?
Siyasi kavgalar, onu bunu çekiştirmeler, gıybet, dedikodu, hayatımızdaki pisliklere odaklanmak yerine kendimizi kusurdan beri görerek başkasının kusur, hata ve eksikliklerine odaklanmak mı?
( Başta kendi nefsim ) başımız önümüze düştü ve sükut ettik değil mi?
Çağlar ötesinden Nebevi bir ikazla “Size bakıp müslümanlığa özenen yoksa imanınızı gözden geçirin” nidasının şaha kalkması gereken bir süreç yaşanıyor. Çünkü, her birimiz yazık ki kendini kurtarma telaşı içinde dünya gailesinin girdabında boğulup gidiyoruz.
Buna benzer diğer hadis olarak nakledilen rivayetlere baktığınızda da aynı tema çok sık işlenmektedir;
“Allah’ı hatırlatmak”
Yani “Allah kokmak, ukba kokmak, cennet kokmak,huzur kaynağı olmak” !
Evet namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, sinirleri alınmış olsa ve yazık ki içi boşaltılmış olsa da zekatımızı veriyoruz ; hatta yetmiyor ömürde defalarca kez hacc yapan hemen her yıl umre yapan inananlar (!)ın sayısı gün geçtikçe artıyor.
Buraya kadar herşey güzel…
Peki yukarda arz ettiğim gibi söz ve eylemlerimizde Allah nerede ?
İnsanlar bize bakınca Allah’ı hatırlıyor mu?
Bizim yaşantımız etrafımızdakilere “takva” kokusu yayıyor mu?
Sahi bugüne kadar kaç kişiyi namaza yönlendirebildik?
Kaç kişiye namazı sevdirebildik?
Biz yünlü seccadelerimizde saray yavrusu evlerimizde Firdevslere talip iken dışardaki kaç imdat çığlığına kulak kabartabildik, kaçının feryadına yetişebildik?
Kaç kişi vesilemizle Rahman’ın kelamına yöneldi?
Kaçı bizim vesilemizle Halık’ı ile barıştı?
Kaç yetimin başını okşadık?
Kaç yoksul sofrasına konuk olduk?
İnsanlar elimizden, belimizden ve dilimizden emin mi?
Ellerimizi açıp dua ettiğimizde eşimizin, çocuklarımızın, dostlarımızın ve sevdiklerimizin arasına kaç mazlum girebildi, kaç hastaya şifa dileyebildik, kaç yetim için gözyaşı döktük?
Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyorken kaçını kurtarabildik?
Dünya üzerinde 1,5 milyar insan aç iken kaçına uzanabildik?
Üzerine ölü toprağı seçilmiş hangi ruhta inşirah yaratabildik?
Siyonist şeytanlık dört bir yanımızı sarmışken, emperyalizmin elinde inim inim inliyorken, kapitalizm bugün dünya üzerinde en büyük “din” iken kaç kişiyi HAK ile uyarabildik?
Bu din “güzel ahlak”tan ibaret iken kaç kişi bizim ahlakımıza hayran olup bu din-i mübine yöneldi?
Allah’a olan namaz, oruç,zekat, hacc borcumuzu (!) öderken; O’nun en muhteşem ayeti olan ve bize emanet ettiği insanlara karşı adalet, merhamet, şefkat, rahmet, nezaket borçlarımızı ödeyebildik mi?
Bu dünyada başkasına faydası olmayan imanımızın ötelerde bizi kurtaracağına mı iman ettik ?
Madem öyle neden binlerce sahabi “tebliğ” uğruna yerinden, yurdundan, evinden, ocağından binlerce km ötede neden can verdi?
Güsul abdestimizde gösterdiğimiz hassasiyetimize karşılık kaçımızın hayatında kul hakkı hassasiyeti var?
Dün yüce Allah’a şükürler olsun ki; Vedd, Sanem, Hubel, Menat, Uzza, Lat ve daha nice putları yıktık. Acaba bugün; kadın, mal-mülk, ırk, şöhret, benlik ve özellikle de para putlarının kaçını yıkabildik? Namazlarda yukarıdaki 6 tane put aklımıza bile gelmiyorken, aklımızdan hiç çıkmayan alttaki 6 tane putu nasıl kıracağız?
İyi okuyun !
Yeryüzünde 1,5 milyar insan aç dolaşıyor, öte yandan bir adam tek başına bir kıtanın açlık sorununu çözecek servete sahip !
Açın ve Kur’an ayetlerini irdeleyin…
Allah’ı en çok rahatsız eden şey kendi yarattığı dünyası üzerinde “aç, çıplak, susuz ve güneşin sıcağında yanan” insanların bulunmasıdır.
Kur’an; kimsesizlerin, yoksulların, düşkünlerin, yetimlerin, eşitsizliğin çığlığıdır ! Allah müstağnilere, insanlar üzerinde hegamonya kuranlara adeta savaş ilan etmektedir ! Allah’ı en çok hoşnut eden şey ise, zenginler ve yoksullar arasındaki uçurumun giderildiğinin görülmesidir.
İlk 23 sürede Allah adeta mustağnilere savaş ilan etmektedir. Yani ; bu ayetler bugün gelse bugün olsa, Türkiye’nin en zengin 9 büyük ailesini (2017 verileriyle);
Koç ailesi (13 milyar dolar üzeri),
Sabancı ailesi (13 milyar dolar üzeri),
Şahenk ailesi (11 milyar dolar),
Ülker ailesi (10 milyar dolar),
Doğan ailesi (9 milyar dolar),
Tara ailesi (8 milyar dolar),
Eczacıbaşı ailesi (8 milyar dolar),
Yazıcı ailesi (7 milyar dolar),
Dinçkök ailesi (6 milyar dolar) gibi büyük mülk sahiplerini aynı onları eleştirdiği gibi eleştirerek “ilk mesajlar” başlayacaktı…
Aynı şekilde yeryüzünün 9 büyük mülk sahibini (2017 verileriyle);
Warren Buffett (Yatırımcı/62 milyar dolar),
Carlos Slim Helu (Telekom/ 60 milyar dolar),
Bill Gates (Microsoft/58 milyar dolar),
Lakshmi Mittal (Çelik/ 45 milyar dolar),
Ingvar Kamprad (Ikea/31 milyar dolar),
KP Singh (Gayrimenkul/ 30 milyar dolar),
Oleg Deripaska (Aluminyum/28 milyar dolar) eleştirerek küresel çapta “ilk mesajlar” başlayacaktı…
Ve en büyük savaş o gün olduğu gibi bugün de varlık içinde yüzen ama insanlardan bihaber ve yüzyıllardır “tek bir iğne dahi üretemeyen” Araplara karşı olacaktı (kanımca)…
Yani ;Allah, insanların ihtiyacı, umudu ve arayışında müzahir oluyor.
Mehdi bekleyenler…
Umudu ve arayışı diri tutmak, canlandırmak, yaymak ve örgütlemek Allah’ın gören gözü, işiten kulağı ve yürüyen ayağı olmak demek değil mi?
Allah bizden ne zaman mı razı olur ?
Son aç doyurulduğunda,
Son çıplak giydirildiğinde,
Son susuz suya kavuşturulduğunda,
Son yangın söndürüldüğünde…
Ve tüm bunlara neden olanlar alaşağı edildiğinde…
Bakın ne diyor İlahi mesaj….
“Orada (yeryüzünde) aç kalmazsınız, çıplak olmazsınız, susuzluk çekmezsiniz, güneşin sıcağında yanmazsınız.” (Taha; 118-119)
Yani “yasak ağaçlardan” (adam öldürmek, hırsızlık, yolsuzluk, fuhuş, zulüm, işgal, şiddet, sömürü vb.) yediğiniz takdirde açlık, çıplaklık, susuzluk, yanma; ateş, kaos,deprem,sel,yangın ve krizden kurtulamazsınız…
Bunlar olmadığı takdirde yeryüzü sizin için “cennet” aksi halde “cehennem” olur…
Sonuç mu ?
Yeryüzünün cennete veya cehenneme çevrilmesi bizim kendi ellerimizle yaptıklarımızdan dolayıdır… Her kim her sabah üzerine güneşin yeniden doğduğu, çiçeklerin açtığı, nehirlerin aktığı, kuzuların melediği, kuşların uçuştuğu, insanların cıvıldadığı bu yeryüzü cennetini “yasak ağaçlara” dokunarak “cehenneme” çevirirse ettiğini bulacaktır. Her kim de cehenneme çevrilmiş yeryüzünü tekrar cennete dönüştürmek için çalışırsa karşılığını eksiksiz bulacaktır…
Ne dersiniz ?
Depremi Rabbimizin şefkat tokadı olarak okuyarak;
Uyanma zamanı gelmedi mi?
Rabbim hepimize şuur, bilinç, basiret ve feraset versin.
Bundan 20 yıl önce aramızdan ayrılan tüm kardeşlerimizi rahmetle anıyor; merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimizin onları rahmet ve merhameti ile kucaklamasını tüm zerrelerimle diliyorum.