EY İNSAN!
“La ilahe illallah” sözü artık kimseyi öfkelendirmiyor, kimse bu söze kızmıyor. Hatta onu duyan herkes ya tebessüm ediyor ya da bilinçli bilinçsiz bir refleks gösteriyor!Peki neden böyle! Bir tarafta bir söz için birbirini öldüren binlerce insan, öbür tarafta artık salt bir refleks haline gelen bir söz!
Bilirsiniz bir canlı vefat ettiğinde ruh cesetten ayrılmış ve ortada sadece et parçası kalmıştır. O da doğa koşulları içinde kokar ve bir süre sonra rahatsızlık verir etrafına. Çünkü cesede hareket veren ruhtur. Ruhun cesetten ayrılması ile de cesedin görevi tamamlanmış olur.
Bu tabloyu günümüzde salt ibadet olarak lanse edilen nüsüklara da benzetiyorum çoğu zaman. Sinirleri alınmış, içi boşaltılmış ve her biri kuru ritüel halini alan; ama buna rağmen bir borç edası ile ortaya koyduğumuz şekilsel hareketlerden bahsediyorum.
Ruhu alınmış olduğu için de cesed bir işe yaramıyor.
Haydi buyrun tefekkür sofrasına!
“La ilahe illallah!” ile başlayarak İslâm’ın yüreklere “iman”tohumunu attığı bu ilk sözün bizdeki yansımasıyla dolduralım zihin torbalarımızı.
Evet bu ilk söz, o zamana değin Arapların duyduğu en sert, en öfke uyandıran sözlerden biriydi. Öyle ki bu söze şiddetle karşı çıkanlarla yine aynı şiddetle savunanlar; birkaç kez, üstelik birbirini yeryüzünden silecek bir hınçla savaşa tutuştu ve binlerce insan öldü her iki taraftan da.
Ama bugün tuhaf bir şey var dikkatimi çeken!
“La ilahe illallah” sözü artık kimseyi öfkelendirmiyor, kimse bu söze kızmıyor. Hatta onu duyan herkes ya tebessüm ediyor ya da bilinçli bilinçsiz bir refleks gösteriyor!
Peki neden böyle!
Bir tarafta bir söz için birbirini öldüren binlerce insan, öbür tarafta artık salt bir refleks haline gelen bir söz!
Bu sözcük anlamını mı yitirdi yoksa toplumsal koşullar mı değişti? Kimbilir belki de sözün manası tam anlamıylatopluma hakim oldu da ondan mı kimse öfkelenmiyor?
Ondan mı dersiniz?
Bu soruların sizdeki karşılığını bilmiyorum ama bendeki karşılığı net. Ne toplumsal koşullar değişti ne de değişmesi gerekenler topluma hakim oldu.
“Bu söz tahrif edildi!”
“Anlamı çarpıtıldı!”
Çünkü sözün söylenmesine neden olan toplumsal koşullar halen mevcut, hem de o günlerden daha şiddetli bir adaletsizlik, daha geniş bir kapsama alanı içinde!
Nasıl mı?
Adeta dünya düzenini sarsan, insan adına tüm kutsalları yerle bir eden bu sözcük; şu an öyle ruhsuz, öyle yalın ve öyle basit anlatılıyor ki insan gayri ihtiyari düşünüyor…
Yani diyor, bir sözcük için mi binlerce insan birbirini astı kesti? Bir söz için mi hicretler, ambargolar, zulümler, işkenceler yaşandı?
Hayır, hayır, milyar kez hayır ki; iş bu kadar basit, bu kadar sıradan değildi!
Çünkü, “La ilahe illallah” aslında dünyanın adaletsiz düzenine atılan bir kıvılcım, yeni bir ruhun tohumu, mevcut sistemi kökünden sarsacak bir devrimdi!
Çünkü, “LA” diyordu iman edenler!
“Hayır”, “yoktur” …
Ne yoktur?
Başka ilah yoktur!
Yani iman “inkar” ile başlıyordu!
Peki iman iddiasında bulunanlar neyi inkar ediyor, Allah’tan öte neyi reddediyordu?
İlahlaştırılan her şeye, zulme ve zalimlere, adaletsizliğe, yetimleri itip kakmaya, insan denen emaneti hor görmeye, haksız kazanca, bir kabilenin / ırkın / grubun üstünlüğüne, toplumsal varlığın eşit bölünmemesine, ırkların savaşına ve bir ırkın kendisini üstün görüp diğer ırkı ezmeye çalışmasına, fırkalaşmaya,ayrışmaya, ötekileştirmeye, mezhep kavgalarına, Allah’ın nimetleri tüm insanlar içinken ve herkese yetecek kadarken toprak için/nimetler için savaşana, her şeye sahip olmak isteyene “LA” yani “olamaz”, “hayır” demiyor muydu?
Tüm bunlar bir söylem miydi sadece, yoksa hayatın her alanına yayılması gereken bir eylem, ilmek ilmek işlenmesi gereken bir yaşam biçimi miydi?
Ne oldu da bugün bu kelimenin anlamı bu kadar sıradanlaştı? Nefisler mi ilahlaştırıldı yoksa etrafımızdaki çeldiriciler, muktedirler, güç sahipleri mi ilahlaştı? Kimbilir belki de izin mi verilmedi “LA”yı hayata işlememize?
Sorduğum soruların hepsinin temelinde tek bir cevap var aslında; bizim imanımız bir “seçim” değil kültür. Aile veya içine doğduğumuz toplumsal dayatmanın kültürü.
Bu yüzden de kelimenin anlamından, öngördüğü yaşam biçiminden ziyade söylem yetiyor sandık. Söylem eyleme dönüşmediği, gırtlaktan kalbe inmediği için de abdestle gönül havuzumuza akıttığımız su sadece uzuvlarımızı temizledi.
Rabbimizin “mekanımdır” dediği kalplerimizdeki kin, öfke, nefret, hırs, dünya sevgisi, buğzu başka türlü açıklayacak bir ilme sahip olan kimse var mı?
Allah aşkına -başta kendi nefsim- dönüp halimize bakalım!
Nefsimiz adına hiçbir şeyi feda etmiyorken; paramız, pulumuz, arabamız, toprağımız, evimiz, barkımız, sevgilimiz, işimiz hala en saygın “putumuz” iken biz neye “LA”diyoruz?
Kimimiz kendi ellerimizle yontuğumuz “bahçelere, saraylara, köşklere”; kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “iktidara, devlete”; kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz (edindiğimiz) “bilgiye”; kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “partilere, örgütlere, cemaatlere”; kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “kariyere ve konfora”;kimimiz kendi ellerimizle yonttuğumuz “eserlere” tapmıyor mu?
Ama dilimizde ruhsuz bir kelime ile haykırıyoruz!
La ilahe İllallah! Allah’tan başka ilah yoktur!
Sizce biz bu tabloya rağmen iman ettik mi?
Oysa, en büyük eşitleyici ilke olarak ölüm, her daim bize, kendi ellerimizle yonttuklarımıza tapmamamız gerektiğini görmeyen gözlere gösterir durur. Çünkü mezara bunların hiç birisini götüremeyiz. Bilakis kendi ellerimizle yonttuğumuz mezarın içine konuluruz.
Ve orada bir ses şöyle der:
Yâ Sin! (Ey İnsan!) Hayatın kendi ellerinle yonttuklarına tapmakla geçti. Ve şimdi onların hiçbirisini yanında getiremedin. Nerede yonttukların? Sana demedim mi eline geçenle (yonttuğunla) şımarma, eline geçmeyene (yontamadığınla) üzülme diye? Bugün yonttuklarının seni kurtaramayacağı, yontmak isteyip de yontamadıklarının da sana hiçbir fayda vermeyeceği gündür!
Sonuç mu? İnanın ki; neye La! (hayır!) diyemiyorsanız ilahınız o’dur!
Biliyorum! Allah’tan başka ilah deyince din(i)darların akıllarına sadece putlar/heykeller geliyor. Ama şeyhlerinin, imamlarının, liderlerinin her dediğini “din kabul edenlere” bunu nasıl anlatacağız, işte onu bilmiyorum.
Bilmiyorlar ve anlamak da istemiyorlar! Hz. Peygamber(sav)’in görünen putları yıkması sadece bir saatini aldı. Kafalardaki putları yıkması ise tam 23 sene!
Haydi hep birlikte yeniden içimize dönelim!
Hz. Peygamber (sav) Allah’ın elçisi sıfatı ile neyi tebliğ ediyordu?
Allah’tan başka tüm ilahlara “LA” demeyi!
Peki Rabbimiz, sizce yukarda verdiğim örnekleri hesaba katarak baktığımızda hayatımızdaki ilah enflasyonunda kaçıncı sırada?
Peki Hz. Peygamber (sav) neyi savunuyordu?
Adaleti, merhameti, rahmeti, kardeşliği, şefkati, empatiyi, kucaklaşmayı?
Allah aşkına bunlardan hangisi kendi dışımızda bir başkasına gösterdiğimiz davranışlarımızda samimiyetle mevcut?
Peki mülk sadece Allah’ın iken, nasıl oluyor da yeryüzünde 1,5 milyar insan aç? Mülk sadece Allah’ın iken nasıl oluyor da sadece bir petrol milyarderi Arab’ın serveti ile koca bir ülke açlıktan kurtulabiliyor? Mülk sadece Allah’ın iken nasıl oluyor da yeryüzünün tüm servet ve nimetine sadece 61 aile hükmedebiliyor? Mülk sadece Allah’ın iken nasıl oluyor da sekiz kişinin mal varlığı dünyanın tüm insanlarının yarısının mal varlığına eşit oluyor?
İman ettiğimiz din kölelerin, yoksulların, düşkünlerin, borçluların, itilmişlerin çığlığı olarak çıkmamış mıydı? Allah’ın bir öksüzün, bir yetimin vicdanından dünyaya “son”haykırışı değil miydi?
Neye kıyam etmişti?
Zulme, ırkçılığa, tuğyana (böbürlenip kibirlenme), haksızlığa, ezilmişliğe, sömürüye, hegemonyaya!
Biz hangisi için kıyam edebildik?
Kölelik için mi?
Bugün bankaların ve muktedirlerin kölesi olmayan kaç kişi tanıyorsunuz?
Neye isyan etmişti?
Lat, Menat ve Uzza’ya…
Yani güce, paranın kulluğuna ve hegamonyaya!
Hangisi yok hayatımızda?
İlk icraatlarından biri kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesini önlemek değil miydi?
Peki bugün kız çocuklarının hangi mezarlıklara nasıl gömüldüğünü gördüğümüz halde neden gıkımız çıkmıyor?
Vefat ederken neyi vardı?
Hiçbir şeyi.
Öyle ki Hz. Aişe (r.a) O’nun tıka basa doyduğu bir günü anımsamıyorum diyordu ta çağlar ötesinden! Bugün o güzide insanın hırkasını giyenlerin, O’nun kürsüsünden haykıranların servetini sayabilecek kadar matematik bilginiz var mı?
Kime “bizden değilsiniz” diyordu?
Aldatana, komşusu aç iken tok yatana, fitneye çanak tutanlara, zulme sessiz kalanlara…
Var mı bunun için turnusol cesaretiniz?
Bize ne emanet etti?
Rahman’ın kelamını!
Koruduk mu?
Hem de nasıl değil mi?
Onun emanetine öyle bir sahip çıktık ki mushafı başımızın üstünde taşıdık ama mesajları ve hükümleri ayaklarımızın altında!
Devam edeyim mi? Bence yeterli…
“La ilahe illallah” neden bu kadar ruhsuzlaştı anladık mı?
Başta kendi nefsim, yeniden soralım kendimize…
Biz gerçekten İman ettik mi?
Peki neden dindarlığımızın dini boyutu eksik?
Neden söylemlerimiz eylemlerimizi yalanlıyor?
Neden onun en önemli sıfatı “emin” iken, bizim aile efradımız dahi “emin” değil?
Biz bugün aynı kitabı klavuz edinmiş bir avuç sahabinin dünyaya meydan okumasına rağmen neden gadre uğradık? Bu din zulmü, haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği silmek için gelmişken bugün İslam iddiası içindeki 63 coğrafyada bu kavramlar zirvede?
Akledebilenlere selam olsun!