GALİBA YANLIŞ ANLADIK

GALİBA YANLIŞ ANLADIK

Siz sıcacık evinizde mışıl mışıl uyurken dışarda insanlar üşüyorsa; saray yavrusu evlerinizde yünlü seccadelerde cennet dilenirken; insanlar dışarda aç ve açıktaysa; komşunuzun hal ve ahvalinden haberiniz yoksa; aynı binada oturmanıza rağmen, bırak birbirini tanımayı selam dahi vermiyorsanız! O an gördüğünüz ve yüreğinizi acıtan bir annenin feryadını saniyeler içinde unutuyorsanız; bir yetimin arşı yırtan “baba” çığlığı uykularınızı bölmüyorsa, ilkin ruhunuza sela okuyun!

Vakit seher… Başımı kitaplardan kaldırıp bir kahve molasıyla tefekkürün dalgalarında kulaç atarken kafamda uçuşan harflerin hengamesinde uyuyabilene aşk olsun. Bu arada da özellikle Sosyal Medyada yapılan paylaşımları, “din adına” açılan sayfaları, ayet ve hadis paylaşımlarını irdeliyorum.

Neden bugünkü hezeyanı yaşadığımız a o kadar net ki! Öyle ya hayat denen bir kibrit çöpünün ucu kadar. Bir yandı mı? Tamamına zarar.

Hak da var, bâtıl var.Batıl’ın safında yer alanları yakan ateş, Hakk’ın yanında yer alanlara da sıçrayacak…O yüzden beyazı tanımak için, siyah olunacak. İmtihanın cilvesi böyle… Kıyas unsuru lâzım. İyinin, doğrunun, güzelin bilinmesi için, kötünün, yanlışın, çirkinin olması gerekiyor.

Ne diyor şair;

“Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir!”

Eskiler de her zaman olduğu gibi bizden daha âlimâne ve ârifâne davranıp meseleyi sûret ve sîret diye iki güzel kelime ile açıklamışlar. Sûret, “görünen, bilinen, açıkça seçilen ve ilk bakışta fark edilen halin karşılığı”, sîret de “onun ardında olan, iç, gerçek ve asıl manası”yla karşılık bulmuş.

Tıpkı elmas ve kömür gibi. Kimyasal formülü aynı, lakin kimyası farklı; biri mücevher iken, diğeri yakacak oluyor. Ya da beşer gibi; sureti aynı lakin sireti insan kılıyor.

Bugün de suret üzerinden sirete ulaşmaya çalışarak “Allah’ın evi” olarak addettiğimiz “camii” kavramı üzerinden akla, vicdana, hakka ve sirete davet etmeye çalışalım ve görünen kısımla, olması gereken; zahir ile batın arasında gidip gelelim bu minvalde ve soralım;

Neden bu kadar camii var?

Allah’ın evi.

Neden karşı çıkıyorsun? Yoksa sen de solcu musun? Komünist misin? Anında bir “etiketleme” ve yazık ki artık herkese bulaşmaya başlayan “idrak yolları enfeksiyonu”!

Ama ben dayanamıyor ve devam ediyorum;

Camii gerçekten Allah’ın evi mi?

Evet buna “şüphen mi” var?

Evet var!

Yahu iman ettiğinizi iddia ettiğiniz Allah aşkına;

Madem camii Allah’ın evi;

Neden karda, kışta, soğukta, ayazda; parkta yatan, sokaklarda kalan, barınacak yeri olmayan insanları başı takkeli, abdestli camii cemaati uyuz köpek gibi kovuyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden adım başı trilyonlarca harcanarak lüks, ihtişam ve debdebe içinde yapılan camiiler yapılmak yerine bunlara harcanan paralar “ehil bir komisyonun” belirleyeceği müfredat dahilinde nesil manevi bir eğitimden geçirilmiyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden eşitlenme makamlarından olan namazda dünyanın tüm rütbe, makam, şan, şöhret ve debdesinden sıyrılarak saf duran cemaatte zengin ile yoksul aynı safta namaz kıldığı halde o yoksulun dışarda yüzüne neden bakılmıyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Bu ev neden Allah’ın dinini inşa etmek, ahlak kavramını dimağlara yerleştirmek, vicdani uyanışları başlatmak, en muhteşem ayet olan insanı yerden kaldırmak için kullanılmıyor da sadece “namazgah” olarak kullanılıyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden toplumun bir çok yerinde sadece erkeklere has bir ibadet yeri? Kadınlar neden namazgahlara yaklaştırılmıyor? Özellikle Cuma günleri ayetin emri net olduğu halde neden kadınlar Cuma namazına alınmıyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden trilyonluk camiilerin avlularında O’nun yarattığı en muhteşem ayet olan ve tüm kutsalları ayaklarının altına serdiği insanlar aç, sefil, perişan halde çoluk-çocuk; yaşlı-kadın el açıp dileniyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden o camiilerin minberlerinden Hz. Peygamber söylemediği halde “Kale ResulAllah (sav)” (ResulAllah dedi ki) diye başlayan hutbelerde ona yüzlerce iftira atılıyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden o camiilerin minberlerinde Suriye ve Halep başta olmak üzere dünya üzerindeki mazlumlara salya sümük yardım çağrısı yapılırken yine aynı camide ayağa kalkıp derdini, acziyetini, sefaletini, muhtaçlığını anlatmaya çalışan muhacir camii imamının lafını kestiği için bizzat camii imamı tarafından azarlanıyor ve camii cemaatinin gıkı çıkmıyor?

Madem camii Allah’ın evi;

Neden sadece “namaz kıldırma memuru” olarak görev yapan binlerce din görevlisi bu halkın gerçek İslam ile, Kur’an ile barışması adına hiçbir çaba sarf etmiyor?

Allah aşkına “maaşının ödenmeyeceğini bildiği halde (samimi olanları tenzih ediyorum) seher vakti camiye gidip aşkla ezan okuyabilecek kaç tane imam tanıyorsunuz?

Listeyi uzatalım mı? Bence hayır. Çünkü bu listeyle kitaplar yazılır.

Camilerin ruhunun çekilip alındığı, yıllarca “Allah’ın evi”olarak addedilen bu mekanlarda ehli beyte küfredilen Emevi Saltanatı’ndan sonra tablo aynen saydığım gibi maalesef.

Adam aç, işsiz, perişan, sefil ezan vakti camiye geliyor. İmam namaz kıldırıyor ve “sünnet” olarak gösterilen, işin ruhundan bihaber 33 SübhanAllah, 33 Elhamdüllillah, 33 Allah-u Ekber’i okuyor ve yine aç, yine sefil, yine işsiz olarak camiden çıkıyor.

Saçı sakalı ağarmış, beli iki büklüm, artık ölümden kurtuluşun mümkün olmadığını idrak eden ve yüzde doksanbeş çoğunluğu yaşlılardan oluşan, en fazla iki saftan oluşan camii cemaatinden biri de çıkıp demiyor ki;

“Yahu Allah aşkına! Benim Peygamberim böyle yapmazdı. Benim peygamberim her namazdan sonra cemaate döner; içinizde aç var mı, açıkta olan var mı, hastanız olan var mı, taziyesi olan var mı, ihtiyacı olan var mı; o da olmadı bugün rüya göreniniz var mı?” diye sorardı. Cemaatin içinde müşkülü, ihtiyacı, derdi, tasası kederi olan varsa orada anında giderilirdi.”

Hangi birini saymalı sizce? Hangi birine kulak kabartmalı? Hadi yüzleşelim ahvalimizle!

113 bin camiden hangisi bir tane yoksulu doyuruyor? 113 bin camiiden hangisi bir tane yetime sahip çıkıyor? 113 bin camiiden hangisi cemaatle bir yoksulun, düşkünün, muhtacın, yaşlının evini ziyaret edip ihtiyacı var mı, muhtaç mı diye soruyor?

Buyrun hesaba!

Bugün TÜİK verilerine göre açlık sınırında yaşayan 13 milyon yoksul var bu ülkede. Evet yanlış duymadınız! 2017 verilerine göre dolar milyarderi 57 kişiyi bir tarafa bırakıp; kredi kartı kölesi kırk altı milyon Bilal’i, bankaların boyunduruğu altında inleyen milyon tane Ammar’ı saymıyorum tabi ki…

Peki…

113 bin caminin her biri bir tane yoksul doyursa? 113 bin kişi o gece doyar mı? Peki ya 113 bin camiinin her biri iki taneyoksul doyursa? 226 bin kişi doyar! Peki 113 bin camiinin her biri 10 yoksul doyursa? 20 yoksul doyursa?

Hayır hayır! Biz Allah’ın dininin içini boşalttık. Kavramların sinirlerini aldık.

O bizzat kendi kelamında açıkça bu din “din-ül qayyume”yani “hayatın atar damarlarında atan” bir dindir dediği halde onu ısrarla tapınak dini haline getirdik ve onu cuma namazlarına, kandil gecelerine, saray yavrusu evlerimizde sıcacık yuvalarımızda yünlü seccadelerimize hapsettik.

İstediğiniz kadar kızın, küsün, darılın!

Yoksulun, düşkünün, muhtacın, kölenin, ezilmişin, diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının feryadı olarak bir öksüzün vicdanından tam yirmi üç yıl haykırarak çölün ortasındaki Medine’den “medeniyet” inşa eden, “Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz!” Nebevi ikazı üzerine bina edilen din, bu olamaz!

Alın size bir misal.

Her cuma günü “hayırlı cumalar” mesajlarımızla binleri, milyonları günün kutsallığından haberdar ediyoruz.

Ama işin sureti ve sireti, cesedi ve ruhu, zahiri ve batını, görüneni ile olması gerekeni birbirinden o kadar kopuk ki!

Nasıl mı? Buyrun bakalım!

Ne diyor Allah?

Toplanın!Ne için? Salat için!

Yani; Rabbimizi anacak, yoksula sahip çıkacak, düşküne el uzatacak, yetimin başını okşayacak; kimsesize ‘kes’olacağız…

Nasıl olacak bu?

Her köyün, mahallenin toplanma yeri olan camiler kendi çevresindeki yoksulu, yetimi, düşkünü, kimsesizi tespit edecek ve sahip çıkacak!

Peki biz ne yapıyoruz?

Makam, mevki, rütbe adına dünyalık ne varsa bırakıp her beşyüz metrede bir inşa ettiğimiz (ve halen de inşa etmeye devam ettiğimiz) trilyonluk camilerin içinde aynı safta omuz omuza namaz kılıyor; Allah’ın yoksullara, düşkünlere, yetimlere, kimsesizlere yardım etmesi için (!) dua ediyor; dışarı çıkınca birbirimize selam dahi vermiyor, hemen her camide el açıp muhtaçlığını dile getirenlere varsa cebimizde bozuk para atıyor ama ellerimizi kaldırıp Firdevslere talip oluyoruz!

Ayet “Ey iman Edenler” diye hitap etmesine rağmen biz ayeti “Ey iman eden erkekler” olarak çeviriyor, kadınlara ibadet hakkı dahi tanımıyoruz!

Şu cuma gününü “kutsayan” kardeşlerim!

Hani biz “ektiğimiz kadar” biçecektik?

Bu mu gerçekten Rabbimizin emrettiği salat? Bu mu gerçekten Rabbimizin emrettiği zikir? Bu mu gerçekten Rabbimizin insanı insana emanet etmesi?

Dönün ne olur! İlk kılınan Cuma namazlarına bakın! Sorun, soruşturun, okuyun… Orda neler yapıldığını görün!

Eminim ki, işte o an bu “kutsama“ların aslında “kağıda simit çizip martı doyurmak” olduğunu görecek, kalmışsa ferasetiniz başınız önünüze düşecek, sol yanınız acıyacak.

Yaklaşık 8-10 yıl önce telaffuz bile edilmeyen Cuma’nın “hayrı”, doğumun “kutlu”luluğu ile ilgili bugüne kadar defalarca yazdık ama körler çarşısında ayna satma misali bizimkisi!

Cuma” nın bir kutsiyeti falan yok kardeşim! Diğer günler gibi günlerden bir gün sadece. Ayette anılan “cum’a” kelimesi “toplanın, bir araya gelin” anlamındadır ve orda güne ait belli bir atıf yoktur! Açın bakın siyer kitaplarını “kutsadığınız” cuma gününün ayetin nüzulünden sonra (Cuma süresi 9. ayet)Müslümanlarca belirlenmiş bir gün olduğunu göreceksiniz! Bu konuda (sahihliği tartışmalı da olsa) öne sürülen hadislerdeki atıf; günü kuru kuruya “hayır“lamak değil, saymaya çalıştıklarımı hayatın her karesine almak içindir.

Cuma gününe, diğer günlerinize, hatta bir tık öteye gidip her anınıza kutsallık yüklemek, hayırla doldurmak mı istiyorsunuz?

Gidip bir tane yoksul doyurun! Bir fakir giydirin! Okumaya çalışan bir çocuğa sahip çıkın! Bir yetimin başını okşayın! Bir düşküne el uzatın! Bir muhtaçla ekmeğinizi paylaşın! Bir yaşlıyı ziyaret edin! Bir borçluyu borcundan kurtarın! Boyunduruk altında olan birini bu esaretinden kurtarın!

Yapamıyor musunuz?

Alın ekmek kırıntılarınızı pencere kenarına bırakın! İki kilo buğday alıp balkonunuza serpin! Yaptığınız çorbaya bir tas suyu fazla koyun, paylaşın! Pişirdiğiniz pirincin bir avucu fazla olsun, dağıtın! Aldığınız üç ekmeği beşe çıkarın, ikisini infak edin! Bir paket süt yerine iki alın; birini muhtaç bir anneye bağışlayın!

Onu da mı yapamıyorsunuz?

Evinize güleryüzlü girin! Sevdiklerinize sevdiğinizi söyleyin! Eşiniz ve çocuklarınızla ilgilenin! Yuvanıza huzur katın! Aranızda selamı yayın! Her evde bulunan saatli bomba olan tv’lerinizi kapatın, evde okuma saatleri oluşturun, başaran aile fertlerini ödüllendirin. Her sabah namazından sonra en az 10 ayet okuyun, o ayetler üzerinde tefekkür ederek uyuyun!

İşte o an her gününüz “hayırlı” olacak, “hayırla” dolacaktır! Siz de “huzur” un o eşsiz tadını iliklerinize kadar yudumlayacaksınız.

Yoksa;

Siz sıcacık evinizde mışıl mışıl uyurken dışarda insanlar üşüyorsa; saray yavrusu evlerinizde yünlü seccadelerde cennet dilenirken; insanlar dışarda aç ve açıktaysa; komşunuzun hal ve ahvalinden haberiniz yoksa; aynı binada oturmanıza rağmen, bırak birbirini tanımayı selam dahi vermiyorsanız! O an gördüğünüz ve yüreğinizi acıtan bir annenin feryadını saniyeler içinde unutuyorsanız; bir yetimin arşı yırtan “baba” çığlığı uykularınızı bölmüyorsa, ilkin ruhunuza sela okuyun!

Malumunuzdur ki en büyük bela “ölmüş bir yürek”le yaşadığını sanmaktır. Çünkü; kağıda su yazmakla ıslatamaz, ateş yazmakla yakamaz, kuru kuruya hayır dileyerek de “hayırla” dolamazsınız. Zira hep dediğim (ve inşaAllah son nefesime kadar da diyeceğim gibi) müntesibi olduğunuz din kal (söz) dini değil hal (davranış) dinidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir