GELMEK, GİTMENİN İLK ADIMIDIR

GELMEK, GİTMENİN İLK ADIMIDIR

Sence Allah beni sevmemiş olsaydı bu kış günü zemheri ayazda şu sıcacık yatağımdan kaldırıp -mü’minlerin halifesi bile derin uykuda iken- huzuruna alıp secde ettir miydi?

Vakit gecedir… Mevsimlerden ise kış. Halife Ömer (r.a.) derin uykusundan bir sesle irkilerek uyanır. Hıçkırıklara boğulmuş boğuk bir ses sürekli aynı şeyi terennüm etmektedir;

Allahım, sana zerrelerimce hamd olsun ki sen beni seviyorsun”

Sesin sahibini merak eder ve zaten sert mizaçlı yapısıyla yatağından çıkarak sese doğru yürür. Azadlı kölesi seccadenin üstünde iki büklüm hıçkırıklara boğulmuş ve az evvel duyduğu şeyi tekrarlamaktadır;

Allahım, sana zerrelerimce hamd olsun ki sen beni seviyorsun”

Hiddetlenir ve bağırır;

Nerden biliyorsun be adam, Allah’ın seni sevdiğini!”

Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerle döner Hz. Ömer(r.a.)’e bu yalvarışın sahibi;

Ey Mü’minlerin Emiri! Vakit gece! Mevsim kış. Her taraf ayaz! Bak, uyku bile uykuda! Sen ki mü’minlerin halifesisin. Az önceye kadar uyuyordun. Sence Allah beni sevmemiş olsaydı bu kış günü zemheri ayazda şu sıcacık yatağımdan kaldırıp -mü’minlerin halifesi bile derin uykuda iken- huzuruna alıp secde ettir miydi?”

Çok etkilendiğim sahnelerden biridir bu sahne, özellikle gece niyazlarında sıklıkça anımsadığım. Kendimle, yaşanmışlıklarım, adanmışlıklarım ve kimbilir belki de en çok aldanmışlıklarım arasında yer ararken kendime Rabbimle hemhal olduğum anlarda “Beni de seviyor mu acep?” sorusuyla tüm zerrelerimle titrediğim demlerde.

Zira “O, sevdiği kalbi kendisiyle meşgul eder” Nebevi ikazına mazhar olmak adına O’nunla hemhal olmak kalbi de ruhu da cesedi de mutmain kılmıyor mu?

Var mıdır ki Allah’ı zikrettiği halde kalbi mutmain olmayan?

Sahi neydi Allah’ı zikretmek?

Elimize tesbih alıp kuru kuruya ALLAH demekten söz etmiyorum! Yoksa bizzat kelamında ısrarla andığı gibi yaptığımız her hata, kusur ve günahtan arınmak adına…

Bir borçluyu borcundan kurtarmak mı? (Kredi kartı kölesi olmayan kaç kişi tanıyorsunuz?)Bir köleyi azad etmek mi?  Bir açı doyurmak mı?Bir yoksula sahip çıkmak mı?Bir yetimin başını okşamak mı? Üşüyen ayağa sıcacık bir papuç olmak mı?Dünyadan bunalmış kırık bir kalbe dokunmak mı?İntiharın eşiğindeki bir can’a vesile olmak mı?Düşen bir ele uzanmak mı?

Neden uykularınızı bölen ve vicdanınızı sızlatan yanlış davranışlar yaptığınızda hep “verin, sahip çıkın, koruyun, kollayın” mesajı var hiç düşündünüz mü? “Sahip çıkın ki sahip çıkılasınız; merhamet edin ki merhamet edilesiniz” mesajı çok net değil mi sizce?

Sahi Allah gerçekten bizi seviyor mu?

Eğer seviyorsa neden herkes bu kadar huzursuz? Eğer seviyorsa neden herkes bu kadar mutsuz? Eğer seviyorsa neden ezici bir çoğunluk dünya meşgalesiyle yüreği kan damlıyorken etrafına sahte gülücükler saçıyor? Eğer seviyorsa bizim neden söylemlerimiz eylemlerimizi yalanlıyor?

Neden bugün din kavramının olduğu her yerde kan, gözyaşı, zulüm, açlık, göç, yoksulluk var?

Duyduğumuz bir ezan sesi, yere düşen bir düşkünün çığlığı neden bizi bir mağazanın indirim tabelası kadar cezbetmiyor?

Artık buram buram dünya kokuyoruz değil mi!

Peki ya bizler?  Çıplak gelip çıplak gideceğimiz ve “gelmenin gitmenin ilk adımı olduğu” bu dünya hayatımızda sorgulamanın zamanı gelmedi mi?

Eğer namaz kılamıyorsak Allah’ın bizi huzuruna neden almadığını; eğer infak yapamıyorsak Allah’ın bizi hayırda neden kullanmadığını; eğer bir yoksul sofrasına konuk olup yüreklerini ısıtamıyorsak, eğer hak ile batıl savaşında insan doğmakla insan kalmak arasında bu denli keskinleşen incecik çizgide HAKK’tan taraf olup zulme, haksızlığa, tuğyana kıyam edemiyorsak Allah’ın bizi bunlardan neden mahrum bıraktığını…

Avuçlarımızı semaya kaldırdığımızda eşimize, dostumuza, sevdiklerimize, çocuklarımıza ettiğimiz samimane talepler kadar neden hiç tanımadığımız, bilmediğimiz, görmediğimiz ama acı çeken, yokluk içinde kıvranan insanlar için de kalbi dualar edemediğimizi ve dualarımızın bile bencilliğe büründüğünü…

Allah nasıl her bir parmak izini farklı yaratıp her insana da hür düşünme ve özgürce hareket etme iradesi bahşediyorsa bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi davranmayan her bir ferdi ya kendimiz gibi düşünmeye ya da yok etmeye neden şartlandığımızı…

Rabbin kendi kudret ve ihtişamını görmek ve müşahade etmek amaçlı verdiği görme ve duyma yetisini neden başkasının ayıp, kusur, günah, eksik ve hatalarını ısrarla araştırmakta kullandığımızı…

Ve belki de en önemlisi aldığımız her nefesin, her sözün, her eylemin hesabını vereceğimize iman ettiğimiz halde nasıl bu kadar fütursuzca davrandığımızı…

Sorgulamanın zamanı gelmedi mi?

Var mı ölümden kaçış şansımız? Var mı hesaptan kaçış imkanımız? Var mı mizandan kaytarma lüksümüz?

Eğer hayır ise cevabımız;

Biz neden bu kadar cesuruz? Neden bu kadar cahiliz? Neden bu kadar küstahız? Neden bu kadar nankörüz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir