HAK ETTİĞİNİZ GİBİ

HAK ETTİĞİNİZ GİBİ

Âlemin, tabiatın ve bütün varlıkların dengesini korumak, sadece insanlar arasında, sadece inananlar arasında değil, bütün yaratılmışlar arasında mizanı, dengeyi, ölçüyü, adaleti temin ve tesis etmek ve teminat altına almakla mükellef kılınmıştır insan.

Malum yarın seçim günü. Hem Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak hem de milletin vekili olacak şahsiyetleri seçeceğiz. Ta çağlar ötesinden gelen “nasılsanız öyle idare olunursunuz!” nebevi ölçüsünü anımsamak lazım sanırım bu süreçte.

Zira ne zaman ki, dünyadan Nebevî soluk çekildi, işte o zaman, insanın yok oluş bileti de, hakikatin nefesi ve sesi de kesildi. İnsanın yeniden insanca bir hayata kavuşabilmesi için, bu kez derinden, ta derinden Nebevî rahmet, adalet ve hakikatin sesine kulak kesilmeye ihtiyacı var.

Evet, yukardaki Nebevi ikaz kısa ve net aslında. İdarecileriniz de size benzer demektir bu. Biz nasılsak bizi idare edenler / edecekler de öyle. Yanisi bizde ne varsa onlarda da o olacak. İlke, ahlak, tasavvur,feraset,basiret, anlayış, kabiliyet bizde ne kadar var ise onlarda da o kadar olacak. Zira bu insanlar başka ülkelerden gelmiyor, içimizden çıkıyorlar.

Bizler vicdanlı isek onlar da vicdanlı.Bizler dürüst isek onlar da dürüst.Bizler merhamet sahibi isek onlar da merhametli.

Dolayısıyla hangi amaçla oy verirsek verelim herkesin ortak paydası “daha yaşanılır bir hayat, daha huzurlu bir memleket, daha müreffeh bir yaşam” olacak.

Evet, herkes başka bir şey bekliyor bu seçimden, herkesin düşüncesi, beklentisi başka.

Kim neyi beklerse beklesin. Neyi isterse istesin. Kim hangi dertle oyunu verirse versin. Bizim mührü basarken; umudumuz, duamız, ‘daha güzel bir memleket’, ‘daha aydınlık yarınlar’ olacak.

Buradan hareketle de sözlerimin başındaki Nebevi ikazı rehber alarak yine ortak bir soru çıkıyor karşıma;

“Oy vereceğim insanlar bana / bize ne kadar benziyor?”

Öyle ya gümbür gümbür bugün yeni bir medeniyet hamlesinden bahsediyoruz.

Peki bu hamleye ruh üfleyecek olan hakikati nereden süzüp çıkaracağız?

“Dünyaya söylenecek bir söz var, onu da ancak biz söyleriz, ama biz yokuz!”

Peki biz bizi nereden bulacağız?

Hakkın, hukukun, adaletin büsbütün hiçe sayıldığı, üstelik de “özgürlükler, hukukun üstünlüğü, demokrasi” gibi Batılıların işgallerini maskeleyici ayartıcı sloganlar eşliğinde hukukun ve adaletin yok edildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Gücü gücü yetene” ilkesizliğinin, “güçlü olanın hayatta kalabileceği” orman kanunlarının tek geçer akçe hâline geldiği bir dünyada varlığınızı sürdürebilmek için her bakımdan güçlü olmak zorundasınız.

Bu yüzden de yukarda sorduğum sorunun cevabı çok kolay görünse de çetrefilli bir soru aslında.

İnsan, varlıklar âleminin bir parçası olduğu ve varlıklar âleminde Allah’ın adaletini tesis etmekle yükümlü kılındığı için; insanın, inanan insanın başka insanlara da başka varlıklara da tabiata da zarar vermesi; diğer insanlar ve varlıklar üzerinde de tabiat üzerinde de tahakküm kurması düşünülemez. Çünkü insan bu yükümlülüğünü yerine getirdiği ölçüde hakîkî kul olur.

Âlemin, tabiatın ve bütün varlıkların dengesini korumak, sadece insanlar arasında, sadece inananlar arasında değil, bütün yaratılmışlar arasında mizanı, dengeyi, ölçüyü, adaleti temin ve tesis etmek ve teminat altına almakla mükellef kılınmıştır insan.

Ait olduğumuz medeniyetin sahip olduğu bu köklerden olsa gerek, yaklaşık bin yıl dünya tarihini yaptık üç kıtada. Sadece tarih yapmakla kalmadık; başka dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin birbirlerinden beslenerek, birbirlerini besleyerek sulh ve selâmet, hak ve adalet düzeni içinde nasıl bir arada yaşayabileceğini ortaya koyduk; aşılamamış, anlaşılamamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış, yeniden keşfedilmeyi bekleyen evrensel bir medeniyet tecrübesi armağan ettik insanlığa.

Adalet, asalet, hakkaniyet, sulh, selâmet, fedakârlık, ferağat, kanaatkârlık, kardeşlik gibi insanlığın insanca yaşamasını, insanca ve hakça bir dünya kurmasını mümkün kılan en kadîm değerleri biz hayata geçirdik.

Batılıların bütün dünyayı sömürgeleştirdikleri, hiçbir kültüre hayat hakkı tanımadıkları, kültürlerin kökünü kazıdıkları bir zaman diliminde adalet, hakkaniyet ve kardeşliğe dayalı dünya düzenini biz armağan ettik insanlığa! Biz, her zaman sulhun, silmin, selâmetin, hakikatin, dolayısıyla adaletin izini sürmüş bir medeniyetin çocuklarıyız. İnsanı insanlığından eden güç dünyasının değil, hakikatten süt emen yürek ülkesinin çocukları olduk.

Yani ortada keşfedilmeyi bekleyen muazzam bir medeniyet birikimi var.

Zira bizim bütün insanlığa sunacağımız muazzam şahsiyetlerimiz, dünyaya yeniden adaleti, hakkaniyeti, kardeşliği armağan edeceğimiz nefis hikâyelerimiz var. O yüzden hem ülkemizde hem de dünya ölçeğinde, insanlığa adaleti, hakkaniyeti, kardeşliği armağan edecek büyük projelere imza atmamız gerekiyor…

O yüzden öncelikle şu farkındalığı yakalamak zorundayız;

Kitabımız, elbette ki, İslâm iddiası içindeki herkese hitap eden bir kitap. Ama Kitabın hitabı, yalnızca Müslümanlara değil, bütün insanlığa ve varlığadır. O yüzden bu hakikati her dâim göz önünde bulundurarak, bütün zamanlara ve mekânlara, bütün çağrılara ve çağlara ulaşmamızı sağlayacak o muazzam ‘yer’imizi iyi belirlemeli, belirginleştirmeli ve dünyaya bir şey söyleyeceksek, yerel değil küresel ölçekte konuşabilmeli, bütün insanlığı ilgilendiren evrensel cümleler kurabilmeliyiz. Söyleyeceklerimiz, bütün insanlığın ve varlığın sorunlarını ihata edecek nitelikte ve kapsamda, bütün insanlığın sorunlarına cevap verebilecek derinlikte ve çapta olmalı.

Ancak bundan sonradır ki, yapacağımız köklü teşhislerin ve tespitlerin, sunacağımız uzun soluklu tahlillerin ve tasvirlerin, derinlikli tariflerin ve tekliflerin bir karşılığının olması sözkonusu olabilir.  Söylenen sözün bir karşılığı yoksa, olmayacaksa, bir değeri de, anlamı da, yeri de yoktur ve olmayacak demektir.

Zira hayata aktarılamayan, insanlığa ve bütün varlığa ruh üfleyemeyen bir fikrin, tatbiki, felâket getirir sadece.  Tatbikat imkânı ve “mekân”ı olmayan, insanı hakikatin çocuğu ve hakikatli bir hakikat yolcusu kılmayan ve insanlığa seslenemeyen, ses veremeyen bir fikriyat, insanın hakikat yolculuğunun önüne sadece aşılmaz barikatlar örer.

Bu ülkenin geleceği de, bölgemizin geleceği de, dünyanın geleceği de bizim İslâm’ı tek vazgeçilemezimiz katına yükseltme cehdi ortaya koymamızdan; bunun yolu da, İslâm’ın ahlâk, adalet, hakkaniyet, liyakat ve kardeşlik ilkelerine her hâl ve şartta özen göstermemizden ve sistemin, dolayısıyla seküler kesimlerin, laikliği dayatmak ve İslâm’ı kendileri için tehdit olarak görmek yerine İslâm’la barışabilmesinden geçer.

Dolayısıyla fikrimiz, zikrimiz, tercihimiz kim olursa olsun önceliklerimiz aynı olmalı.  Çünkü yeni bir dünyayı maddî güçle değil her hâl ve şartta hakikatin izini süren, hayatın her alanında hakikatin, dolayısıyla adaletin, hakkaniyetin yaşam biçimi olacağı, herkes için güven adası sunabilecek manevî güçle inşa edebilirsiniz.

Ve bitirelim;

Bir yolculuk esnasında asker minibüsü durdurmuş kimlik kontrolü yapıyor. Yaşlı bir adamcağız tüm ceplerini boşalttığı halde kimliğini bulamıyor. Jandarma yaşlı adama biraz sert bir ses tonuyla kızıyor;

“Amca kimlik?”

Yaşlı amcamız biraz sertliğe sitem, biraz da kimliği bulamamanın hırsından kendisiyle kavgalı bir ses tonuyla cevaplıyor jandarmayı;

“Oğlum, kimliği ne yapacaksın, ben buradayım ya”

Unutmayın, verdiğiniz oy yukarıdaki tüm saydıklarım adına “ben buradayım” demek olacak.

Hayırlara vesile olması duası ile…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir