NEDEN BU KADAR ÇOK?
Sevdiklerinin düşüncelerine değer veren insan, Rabbinin hayat önerilerine de kulak vermelidir. İnsan, yüce aklın ışığında aydınlanmak için Rabbinin kelamını (konuşmalarını)duymalıdır.
Ülkemizde neden bu kadar çok meal var sorusuna gelmeden önce sıklıkla gelen bazı sorulara cevap verip asıl konuya geçelim istiyorum.
Kur’an-ı Kerim’i nasıl okumalıyız?
Allah kelamı (İlahi Kitap) olduğu inancı ile
Zira Allah’ın sözleri, bizi muhatap alması, bizimlekonuşmasıdır. Kuluna sunduğu bir hayat önerisi, kendi aklınadavetidir.
Farklı değer yargılarını düşünen, sorgulayan, araştıran ve yüzleşen insan, Yaratıcı ’sının değer yargılarını da merak etmelidir. Sevdiklerinin düşüncelerine değer veren insan, Rabbinin hayat önerilerine de kulak vermelidir. İnsan, yüce aklın ışığında aydınlanmak için Rabbinin kelamını (konuşmalarını) duymalıdır.
Bu Kitap, Yaratan tarafından gönderilmiştir. Onu okuyan,Allah ile konuşmuş gibi olur. Kur’an Yaratanı ile konuşmaimkanını bize veren ve içinde sadece Allah’a ait cümlelerinyer aldığı bir kitaptır.
Kuran okuyacağın zaman, hemen o kovulmuş şeytana karşı Allah’a sığın. (Nahl 98)
Allah’a sığınarak
İstiaze “euzu” kelimesiyle başlayan ve her zaman besmeledenönce söylediğimiz cümledir. (Eûzu billâhi mine’ş şeytani’rracîm – Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım)
İstiaze, Allah’ın -insan aklı değmemiş- sözlerinin konacağızihni, şeytani gürültülerden ve yanlış fısıltılardan arındıraraksükûnetle okumaya hazırlayan, düşünsel bir sığınmadır.
Oku yaratan Rabbin adına… (Alak 1)
Rahman, Rahim Allah adına… (Fatiha 1)
Allah’ın adı ile
Her işe başlarken “Bismillahirrahmanirrahim- Rahman veRahim olan Allah’ın adıyla” ile başlamak, İslam kültürününbir parçası olmuştur. Besmele Allah’ın beğenisine uygun olarak yaşamanın ilanıdır. O halde Kur’an-ı Kerim’i okurkenAllah’ın adı ile başlamak “kimin” kitabını okuduğumuzbilincinin telkinidir.
Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kutsal İlahi kelamdaher şeyi açıkladık ki; insanlar onun mesajı üzerinde iyice düşünsünler ve akıl iz’an sahipleri ondan ders alsınlar. (Sad 29)
Anlama niyeti ile
Her kitap anlamak için okunmalıdır. Anlaşılmadan okunan birkitap işlevi olmayan bir metindir. Hayata herhangi bir katkısıolamaz. Hiçbir şeyi boş ve anlamsız yere yaratmayanAllah’ın bize sunduğu bu kitap, bir anlam arayışı içindeokunmalıdır.
Onu, bir Kur’an olarak, insanlara dura dura okuyasın diye kısımlara ayırıp ağır ağır indirdik. (İsra 106) Ağır ağır, duyarak Kur’an oku. (Müzemmil 4)
Tertil (akıl-dil-kalp iş birliği) ile
Tertil; düşüne düşüne, sindirerek, acele etmeden, usulüneuygun, anlayarak, akıl ve kalp süzgecinden geçirerek içselleştirmek ve zihinsel özümseme ile kitabın özünü benliğe katma eylemidir. Tıpkı bir besinin insan vücuduna, hücrelere, ardından yaşamın canlılığına katılması gibi…
Allah, var olan her şeyin ötesindeki yüceler yücesidir; mutlak ve nihai egemenlik sahibi, mutlak ve nihai gerçektir; dolayısıyla, Kuran’ın vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce onun hakkında görüş bildirmekte tezlik gösterme; fakat daima Ey Rabbim, benim ilmimi artır! de.
Aceleci yaklaşımlardan uzak durarak
Söz konusu ayetlerde geçen Hz. Peygamber (s.a.v)’e hitaben“Kur’an’ı okurken acele etme!” uyarısını, muhatap biz olduğumuzda, “Kur’an’ı anlamaya çalışırken aceleci yaklaşımlarda bulunma!” şeklinde anlayabiliriz. Kur’an’ıntek tek ayetlerinden veya ifadelerinden aceleyle sonuçlarçıkarmaya çalışmak kişiyi hatalı yaklaşımlara götürebilir.
Kur’an ayrıntılara takılmaksızın, bütüncül bir bakış ile okunması halinde daha doğru anlaşılabilir. Kur’an’ınbütününü içine alan kapsamlı bir öz vardır. O özükavramadan ayrıntılara takılmak, ayrıntıların anlamsızca büyümesine ve asıl gerçeği göremememize yol açabilir.
Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle an; ve gecenin bazı saatlerindeve gündüzün belli vakitlerinde yine Rabbinin kudret ve yüceliğini an ki hoşnutluğa, esenliğe erişesin.” (Ta-ha 130)
Devamlılık içinde
Hayat ve onun getirdikleri, ihtiyaçlar, hak ve ödevler, acılarve sevinçler ve bütün bunların sürekliliği, hayat kitabı olanKur’an’ın mümkün olduğunca devamlılık gözetilerekokunmasını gerekli kılar. İnsan, yaşamın hızından veyasıradanlığından dolayı öğütleri unutabilir. Hatta bu unutkanlık onu duyarsızlaştırıp doğrulardan uzaklaştırabilir. İşte bu noktada bir hatırlatıcıya ihtiyaç vardır.
Kur’an, başka hatırlatıcının varlığına ihtiyaç duyurmayan birzikir (öğüt) kitabıdır.
Sen, üstün bir hayat tarzına sahipsin (Kalem 4)
Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mıöğütlüyorsunuz. Hem de İlahi Kelam’ı okuyup durduğunuzhalde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? (Bakara 44)
Hayata yansıtmaya çalışarak
Kur’an “yap” ya da “yapma” ları ile hayatı şekillendiren bir kitaptır. Gönüllü olarak Allah’ın hayatlarına karışmasınıisteyenler için bir hayat programıdır. Kitabı ilk olarak kendinehayat programı kabul eden Hz. Resul’ün nasıl yaşadığı sorulduğunda Hz. Ayşe’nin verdiği cevap, “Siz Kur’anokumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dı” (Müslim) olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaşları daöğrendiklerini en kısa sürede hayata dönüştürür ve böylece öğrenmeye devam ederlerdi.
Gerçek şu ki, insan ziyandadır; Meğer ki, iman edip doğru ve yararlı işler yapanlardan olsun ve birbirine hakkı tavsiye edenlerden, birbirine sabrı tavsiye edenlerden… (Asr)
Belki içinizden iyi ve yararlı olana davet eden, doğru olanı emreden, eğri ve yanlıştan alıkoyan bir topluluk çıkar: Nihai kurtuluşa erişecek kimseler, işte bunlar olacaktır. (Ali İmran 104)
Paylaşarak
Hayat tarzı edinmiş olduğu kitabın kendi hayatı üzerindeki olumlu etkilerini gören kişinin bu güzelliği yaygınlaştırmak istemesi, insanların hayatlarına müdahale etmek şeklinde değil, salt bir paylaşma arzusuyla olmalıdır.
De ki: Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu? Yalnızca akıl iz’an sahipleri bunun farkındadır! (Zümer 9)
Bilgilenerek
Her ilim dalının kendine ait bir terminolojisi, daha iyi anlaşılmasını sağlayacak anahtar kelimeleri, şifresi sayılabilecek terimleri vardır. Kitabın indiği çağın koşulları,surelerin iniş nedenleri gibi Kitap’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak konularda bilgilenmek, kişiye anlam kapılarını daha fazla aralayacaktır.
Ey Peygamber! Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisini, yahut yarısını, yahut üçte birini namaz için uyanık geçirdiğini bilir. Gecenin ve gündüzün ölçüsünü koyan Allah, sizin onu küçümsemeyeceğinizi bilir ve bu sebeple O rahmetiyle size yaklaşır. O halde Kur’an’ın kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun.Allah, zaman zaman içinizde hastalar, Allah’ın lütfunu aramak için yola koyulanlar ve Allah yolunda savaşa çıkanlar olacağını bilir.Öyleyse ondan yalnızca kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun, namazınızda devamlı ve dikkatli olun ve karşılıksız harcamada bulunun ve böylece Allah’a güzel bir borç verin çünkü kendi adınıza güzel ne iş yaparsanız karşılığını aynen Allah katında görürsünüz; evet, daha iyi vedaha zengin bir ödül olarak. Ve daima Allah’ın bağışlayıcılığını arayın. Kuşkusuz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (Müzemmil 20)
Kendi şartlarına uygun okuma yöntemi geliştirerek
Her insanın farklı okuma şekilleri, kendine özgü olarakgeliştirdiği okuma yöntemleri vardır. Önemli olan kişinin okuma eylemini ciddiye almasıdır. İnsanların hayat şartlarının farklılığı, Kitap’ı okumaya ayıracağı zamanları da farklı kılar. İnsan Kur’an’ı kendi okuyabildiği kadarıyla ve uygun olanzamanlarında okumayı prensip haline getirebilir.
Bakın, Bize düşen doğru yolu göstermektir; ve hem öteki dünya hem de hayatınızın bu ilk bölümü üzerindeki hakimiyet bize aittir (Leyl 12-13)
Peki Kur’an-ı Kerim’i nasıl anlamalıyız?
Bir hayat önerisidir…
İnsan bir dünya görüşüne sahip olmak istediğinde hayat onubirçok seçenekle karşılar. Bilgi kaynağı ilahi olan Kitap, doğru bir dünya görüşü ve iyi bir hayat tarzı sunmak için insanı ilk sırada beklemektedir.
İnsan doğruyu eğriden ayırt etmek için bir yol göstericiyeihtiyaç duyar. Allah insanın aklının ve yüreğinin elindentutarak ona yol göstermiştir. Bu ilahi metin bütün cümleleriyle merhametin, sevgi ve şefkatinin yansımasıdır. Nasıl bir yol izlerse onun için iyi olacağı konusunda kararsızbir bekleyişe düşen insana, el değmemiş bir gök müjdesidir.
O, herhangi bir kitap değildir. İnsana yaraşan bir dünyagörüşü sunan ve elçisinin örnekliğiyle, farklı yerlerde ve farklı zamanlarda yaşayan bütün insanlara yol gösteren birkitaptır.
O, canlı söylemleri olan bir kitaptır. Satırlarında yürüyen insanın göğsüne, kendi ilahi soluğundan verir. Gökyüzünün henüz alınmamış nefesler dolusu maviyi barındırması gibi, bukitap da anlaşıldığı zaman hayatı kuşatacak çözüm önerilerinibarındırır. Hem hayatın bütününü kuşatan kurallarıyla hayatı ibadete dönüştürür hem de özel ibadetler içinde okunarakibadetleri hayat kılar. Hayatı olduğu gibi kabullenen fakatonun sıradanlığını ibadet neşesiyle yükselten bir kitaptır Kur’an.
Gerçek şu ki, Biz Ademoğullarını üstün ve onurlu kıldık; karada ve denizde onların ulaşımını sağladık; temiz besinlerle onları rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk. (İsra 70)
Sizleri yeryüzüne varis kılan O’dur. (Fatır 39)
Üstün değeri insandır
Kur’an-ı Kerim odak noktası insan olan ve insanı muhatap alan bir kitaptır. Kur’an bir sorumluluk bilinci kitabıdır veinsan da sorumluluk alabilecek düzeyde yani; özgür bir iradeile yaratılmış en değerli tek varlıktır. Allah, insana özgüriradesi ile en doğru seçimi yapabilmesi için bu Kitap’ı göndererek, kendinden en üste: mayasındaki ilahi zirveyeçıkabilmesi için yol göstermek istemiştir. Sorumluluk duygusunu derinleştiren insan, Rabbinin yardımıyla bilincinide yükseltecek ve böylece varlık amacını tamamlamış olarakyeniden O’na dönecektir.
Bütün bunlarda hedeflenen şey; şimdisinde ve sonsuz geleceğinde insanı mutlu olarak görmektir. Çünkü Yüce Yaratıcının mürüvveti; insanın mutluluğudur.
Kitap; söz konusu kapsamlı mutluluğun gerçekleşebilmesiiçin, ilk adım olarak insanın can, mal, soy(nesil), akıl ve din(yaşam) güvenliği ve sağlığını koruyan kuralları düzenler.
Yanı sıra insanın kendisiyle, yaradanıyla, toplumla vebütünüyle evrenle olan ilişkilerini konu edinir. Hem insandoğasına hem de doğasında var olan en yüksek olgunluğauygun, içi şefkat yüklü bir dizi kuralı insanın seçiminesunarak, onun Hak’la ve halkla ilişkilerinde tutarlı en iyievren temsilcisi olarak yaşamını sürdürmesini sağlar.
Bu İlahi Kelam, bütün alemler için ancak bir öğüt ve uyarıdır. (Sad 87)
Mesajı evrenseldir
İlahi Hakikat’in ilk yerel tecrübesi her ne kadar Arabistan’ın Hicaz bölgesinde yaşandı ise de, getirdiği mesaj tüm insanlığı kapsadığından evrenseldir.
İlahi Hakikat, doğal olarak ilk seslendiği çağ ve bölgenin dili,anlayışı ve kültürüne hitap ederek ortaya çıkmıştır. Hakikathepimizindir ve dünyanın neresinde ve hangi çağda olursa olsun hiçbir insanın yabancısı değildir. Bizler zaman ve mekân farklılıklarını aşmak için kavrama çabası gösterdikçe, hakikatin evrenselliğini keşfederiz. Yapılması gereken,mesajın bütün evrene, hemen her insana ait olabilecek ferahlıktaki özünü, yerel yapısından sıyırıp almaya ve kendi evreninde hangi anlama karşılık geldiğini bulmayaçalışmaktır.
Bunun için zihinde gerçekleştirilecek ilk pratik, tarihsel birempatidir. Bu tarihsel empatiyi, ayetlerin indiği ortam veşartlar hakkında bilgiler edinmekle başlatabiliriz. Sonra kendiortam ve şartlarımızda ayetlerin bize ne demek istediği üzerinde düşünebiliriz. Bu süreçte kitabımızın kendihayatımıza inişine tanık olabilir ve bu inişte doğal olarak kendi olaylarımızın kahramanları oluruz. Böylece Kitap bizeher okuyuşumuzda farklı şeyler söyleyerek defalarca inmeye devam eder.
Kitap, belli bir dönemin ve o dönemin özel şartlarının dışınaçıkan, çağlar üstü ilkeleri olan bir kitaptır. Her dönemintaşıdığı şartlara göre, özünden etkilenmiş yeni bir örf ve yenigelenekler armağan eder insanlığa. Böylelikle geleceği oluşturmada öncülük yapar.
De ki: Bütün insanlar ve görünmeyen varlıklar bu Kuran’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelselerdi ve birbirlerine bu konuda destek olmak için ellerinden gelen herşeyi yapsalardı, yine de onun benzerini ortaya koyamazlardı! Çünkü, gerçekten de Biz bu Kur’an’da her konuyu insanlığın yararı için değişik açılardan örneklerle açıklamış bulunuyoruz! Hal böyleyken, yine de insanların çoğu inkarcı bir tavırdan başkasını benimsemekten inatla kaçınmaktadır. (İsra 88-89)
Bilinen kitapların dışında kendine özgü bir kitaptır
Kur’an-ı Kerim’in konu dizimine bakıldığında diğer eserlerde gözetilen sistemli konu dizimine rastlanmaz. Konular sıra dışıve kendine özgü bir dizilişle aniden insanın karşısına çıkarlar.
Tıpkı hayat gibi…
Hayat bünyesinde genel olarak düzenli bir akışı barındırıyorolsa da, ani olaylarla insanın karşısına çıkar. İnsan kendisini ona hazır hissetmese de, o insanın karşısına çıkmaya hazırdır. Tıpkı Kitap’ın birbirinden farklı konularının aniden karşımıza çıkması gibi…
Konular hayatın konularıdır ve kitabın başından sonuna kadardağılmış bir halde ele alınmıştır. Doğumdan ölüme uzanan çeşitlilikler gibi, aynı anda birden çok konunun işlendiği görülür. Kitap’ta her an her konunun işleniyor olması hayatta da her an her şeyin olabileceği gerçeğini andırır.
Bu mesaj bütün insanlık için bir öğüt ve hatırlatmadan başkabir şey değildir. Doğru yolda yürümek isteyen her biriniz için. (Tekvir 27-28)
Herkese hitap eden bir kitaptır
Kur’an-ı Kerim farklı kavrayış seviyelerindeki insanlara kapasiteleri oranında hitap eden, her seviyede kavranabilenbir kitaptır. Anlamlarıyla her insanı göğe yükselten bir miraçgibidir. İnsana bir gök yolculuğu yaşatır ve asla ilk basamağageri teslim etmez. Hep daha üstün kavrayışlara, anlamlaraçıkarır insanı…
Belli bir kesime değil, bütün insanlığa seslenen bir kitaptır.Sadece din adamlarına veya belli bir cinse ve belli bir ırkaseslenmez. Aklı olan ve doğruyu bulmak isteyen herkesimuhatap alır. Herkese, her kesime hitap eder.
Geçmişte vahyedilenlerden bugüne ulaşan doğru haberleri tasdik eden bu İlahi Kelam’ı sana safha safha indiren O’dur. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmişti. (Ali İmran 3)
Nasıl ortaya çıktığı belirsiz bir kitap değildir
Kur’an, insanlığın yaratılışından bu yana sayfa sayfa gönderilen bütün ilahi gerçeklerin son ve mükemmel halidir.Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i gönderen Allah katından gelme,geçmiş vahiy kitaplarındaki doğruları yeniden dirilten veonları yanlışlarından ayırarak İlahi hakikati bildiren birkitaptır. İçerik olarak da türedi değildir. Çok önceden beri var olan, köklü ve tek değişmez gerçeği, “Tek Allah İnancı” nı ilan eder.
Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşeftim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak belirledim. (Maide 3)
Son kitaptır
İlk gerçeklerden bu yana bütün gerçekleri içinde saklayarak koruyan bir kitaptır. Ondan başka, ondan daha tamama ermiş bir kitap daha inmeyecektir. Onun son kitap olması, bir başkakitabın inmeyeceği anlamına gelir. Fakat bu durum, onuniçinden her çağa hitap edebilecek yeni hayat önerileriçıkacağı gerçeği ile çelişmez.
Söz’ün sahibi Allah’tır.
Bu İlahi Kelam’ın indirilişigüç ve hikmet sahibi olan Allah’tandır. (Zümer 1)
En doğru habere inanmalı. Hakikati ortaya koyan Allah’ın bu mesajlarını sana aktarıyoruz.
Eğer Allah’ın bu ibret dolu mesajlarına değilse başka hangi habere inanacaklar? (Casiye 6)
Şimdi de ülkemizde “neden bu kadar çok meal var”konusuna geçelim.
Kanaatimce Türkiyede “meal” kavramı yanlışkullanılmaktadır.
Örneğin çoğu kitaplarda şöyle yazdığını görüyoruz:
“Kur anı Kerim ve Yüce Meali.”
Bu aslında şu demektir;
“Kur an-ı Kerim ve benim ona getirdiğim yüce yorum.”
Burada meal metninin esas metin olduğu veya onu yorumsuz yansıttığı yanılsaması vardır. Çünkü “Önce metni yorumsuz olarak verip ardından dipnotta kendi yorumunu katmak” gibi bir anlayış yaygınlaşmıştır.
Oysa bu yanlıştır.
Çünkü bizzat meal zaten “yorumlanmış olan” demektir. Sonra dipnotta neden böyle yorumladığınızın savunmasını yapar, gerekçelerinizi gösterirsiniz.
Demek ki “meal” kelimesini yaşayan Türkçede kullanıldığı şekilde kullanmak gerekiyor. Örneğin bir Türkiyeli kahvede konuşurken “Filanın konuşmasını dinledim veya yazısını okudum, mealen şöyle diyordu…” der.
İşte “meal” tam da budur.
Çünkü her meal bir yorumdur.
Dahası, önceki çağlarda ortaya çıkmış bir durumu (burada metni) meydan okuyucu bir dinamizmle sürdürmek için, tarihin gerisinde kalmama çabası demek olan içtihat ile aynı kategoride değerlendiririz.
Şu halde yaşanmış tarih geride kaldığı, elimizde ancak o yaşanmış tarihi yönlendiren metinler kaldığı için metinde geçmeyeni, metinle birlikte bugüne gelemeyeni anlamak isteriz.
İşte meal tam da burada lâzımdır.
Oysa çeviri (tercüme) için böyle bir şeye gerek yoktur.
Çeviri için bir eski çağ metnini filolojik titizlik içinde tercüme etmeniz yeterlidir. Çünkü nasıl olsa günümüz için bir anlamı yoktur. Onun sadece dil olarak ne dediğini aktarmak ve kendi etkin tarihi içinde anlayıp orada öylece bırakmak yeterlidir.
Demek ki Kur’an’a meal verirken zihnî bir performans ortaya koymanız ve ister istemez kendinizi anlamın içine katmanız kaçınılmazdır. Bu durumda “Yorum katmadan veriyorum”sözü bir kast-ı mahsusa mı yoksa okuyanı aldatma olarak mı görülmelidir?
Çünkü bir dilden başka bir dile, hele de bir çağdan başka bir çağa aktarma yapmanın bizzat kendisi zaten yorumdur.
Örneğin bir meal hazırlayıcısı zevç veya zevce kelimesine koca, eş, karı, hanım, hatun vs. sözcüklerinden birini seçmesiyle zaten yorumlamada bulunmaktadır. Yani zevceyi hanıma, karıya, eşe vs. yormaktadır. Bunu yaptığı anda da aslında kendisinin kadına bakışını, çevirdiği metne yansıtmış olmaktadır.
Yani kendini anlama katmaktadır.
Şu halde “yorumsuz yazdım” nasıl denebilir?
Keza her insan kendi çağının çocuğudur.
Kendi çağ, iklim, dil, tarih, coğrafya ve kültür evreninden âdeta süt emerek büyür. Bu durum onu kendi çağının çocuğu yapar. Böylece eski bir çağın göğsünden süt emerek oluşmuş bir metin, kendi çağının süt kardeşliğiyle olgunlaşmış bir zihinde anlam bulur.
İşte çeviri, meal, tefsir vs. hepsi de değişik oranlarda bu zihindeki yankılanmayı ifade eder.
Demek ki metni yorumsuz yani yankılanmasız vermek diye bir şey olamaz. Bilakis yorumda isabet etmek diye bir şey söz konusu olabilir. Zihniyet dünyanızdaki yankılanma ile bir şeyi bir şeye yormuş olursunuz.
Yani bir dili bir dile, bir çağı bir çağa, bir iklimi, tarihi ve kültür evrenini diğerine “getirerek” yormuş olursunuz. Zaten her halükârda yorum yapıyorsunuz da acaba isabet ettiniz mi etmediniz mi, asıl önemli olan budur.
Kuran meali çalışmasıyla biz aslında şunu yapmış oluyoruz:
Yedinci yüzyıl Sami/Arap dil, tarih ve kültür evreni ortamında ortaya çıkmış bir metni, 21. yüzyıl Türk dil, tarih ve kültür evreni ortamına getirmiş oluyoruz. Zaten ele aldığımız asıl metin (Kuran) de Allah’ın katından yedinci yüzyıl Sami/Arap dil, tarih ve kültür evrenine bir indirgemeydi. Bu da insan algılamasının haricinde olan bir şeyi, insan zekâsının kavrayabileceği bir şekle sokma fonksiyonuydu.
Allah bunun için bir öksüzün vicdanını ve onun yaşadığı ortamı “okuma” yeri olarak seçti ve onunla yirmi üç yıl boyunca “yürüdü”. İşte bu yürüyüşle beraber gerçekleşen okumanın metinlerine Kur’an (okunanlardan toplanan) diyoruz ve şu an biz bu metni o ortamdan alıyor bu ortama getiriyoruz.
Dikkat ediniz! O ortamda ortaya çıkan “metni” buraya getiriyoruz. Bu metni ortaya çıkaran arka plan ise tüm aktörleriyle birlikte orada kalıyor, çünkü hepsi tarih oldu. Dolayısıyla elde sadece metin var. Metni ortaya çıkaran arka plânın buralara gelmesi ise artık tümüyle imkânsızdır.
Demek ki sadece metni içinde doğduğu çağın (ortamın) göğsünden sökercesine alıp buralara getirmek pek bir anlam ifade etmemektedir. Ortam oralarda kaldığı için de artık metinde geçmeyeni duyabilme ve bunun için de kendini anlama katma (meal) kaçınılmaz olmaktadır. Bunun tek istisnası bir zaman makinesine binip o günkü çağa (ortama) gitmektir. Bu ise artık imkânsızdır, çünkü tarih geriye doğru işlemez.
İşte bu nedenle nuzül ortamından uzaklaştıkça;
“Allah ne dedi?” den öte, “Ne demek istedi?”
“Neydi ki böyle dedi?”
“Niçin böyle dedi?”
“Hangi sorunu çözmek için böyle dedi?”
“Sorun neydi ki?”
“Bugün aynı sorun yaşanıyor mu?” “Bugün için ne anlam ifade ediyor?” vb. sorular kaçınılmaz olmaktadır.
Çünkü Allah’ın ne dediği apaçık ortadadır ve orada öylece durmaktadır. Dolayısıyla bu soruların muhtemel cevapları metne değil “anlama” katılmak veya yorumlamak (meal vermek) dediğimiz şeydir.
Düz çeviri ise sadece “Allah ne dedi?” sorusuna bulabildiğin karşılığı; yan tarafına yazmaktan ibarettir. Bu manada her meal çeviriyi de içine alır, ama her çeviri meali içine almaz, alamaz.
Demek ki çeviri karşılık bulmaya yetecek yüzeysel yorumken meal anlam bulmaya, hatta anlama katılmaya yarayacak derinlemesine yorumdur. Burada anlama katılmak veya kendini anlama katmak dediğimiz şey metni orijinal metin olmaktan çıkaracak bir şey değildir. Zira metin “orada öylece” durmaktadır. Müevvil yani meal verici, metnin kendi zihnindeki yankılanmalarını metne yorum şeklinde geri göndermektedir. Böylece metin ile yorumcu (müevvil) arasında interaktif bir ilişki oluşmakta, her ikisi birden bir dil ve kültür ortamında birlikte yürümektedirler. Bu, metni değil yorumcunun kendisini yeniden inşası anlamına gelmektedir. Yorumcu metni kendini açan bir dış uyarıcı, uyandırıcı olarak kullanmaktadır. Yorumcu kendini metne değil anlama katmakla metin tarafından yönlendirilmiş, yeniden inşa edilmiş olmaktadır. Ancak yorumcu bunu metinle kendi kendine diyaloga girerek yapmaktadır. Eğer yorumcu bunu yapmazsa metin orada öylece durmaya devam edecektir…