ÖNSÖZ

ÖNSÖZ

Zalimlerin bir parmak acı bal için nice kovan parçaladıklarınıgördüğüm gençlik yıllarımdan beri harflerin kelimelere, kelimelerin cümlelere, cümlelerin ise sayfalara dönüştüğüuzun ve sonu gelmez bir yolculuğun içinde neredeyse tüm vaktim bilmenin ve sorumlu olmanın insana ne büyük mesuliyet yüklediğini ve bu durumun insanı tahammülü zor hallere sürüklediğini düşünmekle geçti.

Bazen yoğun bir duygu sarmalı içinde yaşadığım çağa olan  borcumu ödeme gayesiyle yüreğimin sessiz çığlıklarını satırlara döksem de, kalemimden çıkanlara dair nefsime pay çıkarmaya çalıştığımda kalemin kâğıda küstüğünü; yazanın sadece bir aracı olduğu idrakiyle coştuğumda ise gecelerin uykuya, kalemin ise mürekkebe ihtiyaç duymadığına alenen şahit olmuş biri olarak  yaklaşık yirmi iki yıldır süren bu yolculuğumda bugün anlıyorum ki bilmek ağır, sorumluluk yük ve herşeyin farkında olarak yaşamaya tahammül göstermek de gerçekten çok ama çok zormuş. Bu yüzden olsa gerek ki isyankâr nefse karşı tedbirli olmayı ihmal etmemek adına ardına kadar açılan aklımın kapısı bir türlükapanmıyor.

Kalem ve kelamla dost olan herkes bilir ki; insanlık tarihine kalabalıklar, güçlüler ve zenginler değil; tüm tarih boyunca cesur, vicdanlı, dürüst, özgür ruhlu, sorgulayan ve itiraz eden bir avuç insan yön vermiş ve insanlığın her dönemi kendi münzevi yıldızlarını doğurarak önündeki karanlığıaydınlatmıştır.

Ancak, bu farkındalığa ulaşıp “bilme”nin ızdırabıyla kıvranan ve bu ızdırabın yüreğine taktığı coşkuyla kanatlanan nasiplilerin ruhları semaya kanat çırparken, bizim ise nasibimize; mücadeleden elini eteğini çekip kendini kurtarma telaşına düşmüş, aidiyet ve sorumluluklarını unutmuş, her şeyi Allah’a havale etmekle vicdanını avutan, bir kötülük gördüğünde devreye girmesi gereken aklını, vicdanını örten insanların baskın olduğu;  amellerin görüntülerle süslendiği, riyâ, kibir ve inkarın her tarafı kapladığı; özlerin efsunlu sözcüklerle kirletildiği; zamanın bereketsizleştiği, bilgiden çok bilginin şehvetinin arandığı paslı bir zaman dilimi düştü.

Mezarlığa uğramamış, ölüm ve ayrılık acısını iliklerine kadar yaşamamış; otogar, havaalanı, garlardaki ayrılık ve buluşmalara tanıklık etmemiş; dua kanallarının ardına kadar açıldığı, acziyetin doruklara çıktığı ameliyathanelerin önündeki çaresiz bekleyişi görmemiş; açlık çekmemiş, yoklukla buluşmamış, ihanet nedir yaşamamış; yarı yolda bırakılmamış insanların google’dan aşırdıkları malumat kırıntıları ile bilgelik peşinde olduğu veya popüler kitaplardan hayatın anlamını aradığı bu kirli zaman diliminde ruhlarımız avuçlarımızda yazık ki bir hüzün yumağı gibi artık.

Zira gönül coğrafyamızdaki vicdan toprağımızın sevgi yağmurları ve merhamet güneşi ile koşulsuz tüm yaratılan için bu dünyadaki cenneti inşa etmesini tüm zerrelerimizle arzulasak da; ekseriyetle kudreti aradığımız, dillerimizde “adalet, hakikat, merhamet” gibi ulvi söylemler olsa dahi güce ve güçlüye olan meylimiz; bazen güçlü olduğu için sevdiklerimiz, bazen de sevdiklerimizi ısrarla her konuda güçlü ve yenilmez görmek istememiz ve en acısı da taklidi bir maneviyata sahip olmamız nedeniyle, şehitlerinin başlarını vererek kaldırdıkları bu mümbit coğrafyanın izzetini ve şerefini yok etmeye çalışan, küçücük hırslarının ardında yitip giden kayıp zamanların insanlarının değirmenine su taşıyoruz.

Oysa ki zaman, yeniden yola çıkma; güneşin altındaki yerimizi alma; yeniden kendi küllerimizden doğma; yeniden insan adına, hayat adına, adalet ve özgürlük adına; ahlak ve onur adına; bilim ve sanat adına konuşmak, tartışmak, inisiyatif alma zamanı. Yaşadığımız çağa olan borcumuzun farkındalığı içinde uykusuz gecelerimiz, gözü yaşlı secdelerimiz ve rıza makamına olan aşkımızla bahşedilen her nefesi; toprağın yeniden uyanması, gün ışığının bulutları yarması, yağmurun ansızın boşalması gibi; ne düşüneceğinden çok nasıl düşünüleceği üzerine; peşin kabullenmelerden çok eleştirel düşünme üzerine; ezberlemekten çok keşfetme üzerine, modellerden çok değerler üzerine, tanımlamaktan çok tanıma üzerine, cevap vermekten çok soru sorma üzerine; tüketmekten çok üretme üzerine, benden çok biz üzerine; geçmişten çok gelecek üzerine, nasıldan çok niçin üzerine bina etme zamanı.

Ceberrut değil güleryüzlü, ötekileştirmeden birleştiren ve kucaklayan, servet ve zenginliği değil emek ve çabayı önceleyen, egemenlerin dudaklarına değil ezilenlerin gözlerine bakılarak adaletin tesis edildiği, baskıcı değil özgürlükçü, cehennem korkusu üzerine değil cennet müjdesi üzerine bina edilen, inandıklarını akıl süzgecinden geçiren, adını ibadet koyduğu ritüellerle değil ahlaki ilkeleriyle tanınan ve tanıtılan, dini bir yaşam biçimi olarak görüp vicdanlara emanet eden, adalet ve barışı herşeyin üstünde tutan manevi dünyamızı yeniden diriltmek zorundayız.

Bu dirilişin heyecanıyla  nefretin yerini merhamet; kinin yerini kardeşlik; şirkin yerini tevhid; batılın yerini hak; karanlığın yerini aydınlık; maddenin yerini mana; alışkanlıkların yerini aşkınlık; hüsranın yerini gufran; küfranın yerini şükran;  kabuğun yerini çekirdek; aracın yerini amaç; malumatın yerini marifet; sözün yerini davranış; rivayetin yerini riayet; tasarrufun yerini tasadduk; israfın yerini paylaşma; hırsın yerini huzur; tamahın yerini kanaat; benliğin yerini birliktelik; Kabil’in yerini Habil, hevanın yerini takva, yatağın yerini seccade; öfkenin yerini itidal alsın.

Niyet okumaya ayırdığımız enerjiyi anlamaya, yorum yapmaya harcadığımız zamanı okumaya, slogan atmaya kullandığımız motivasyonu üretmeye yönlendirme gayretiyle harf harf, kelime kelime cümle cümle inşa ederek “eleştiri” kültürü ile yoğurduğum düşünce dünyamın yansıması olan ve mümbit coğrafyamızın elliyi aşkın haber sitesinde düzenli olarak yayımlanan makalelerimin yer aldığı elinizdeki bu kitapla yürek ülkenize misafir olmaya cüret etsem de; bilinmelidir ki o ülkeye huzur iklimini yeniden getirecek, hakikat ile buluşturacak, akla ve vicdana davet edecek ve ruhlardaki pası, kiri sökecek her ne varsa kalemin, kelamın ve ilhamın sahibine ait olup satırlar boyu ne kadar eksik gedik varsa da şahsıma ve nefsime aittir.

Hz.İbrahim(as)‘e su taşıyan karınca misali; sırtımızda dağlar, gönlümüzdeki sonsuz umutla tüm çorak arazilerinizi yeşertebilmek ümit ve temennisiyle.

     Muhammed Rıdvan SADIKOĞLU

                      Mart, 2021

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir